İLHAM VEREN DENEYİMLER
- Emel Mutlu
- 1 Ağu 2023
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 Şub
Hayatıma yön veren ve ilham veren kilit kişiler sayesinde ne istediğimi, nerede fayda sağlayacağımı ve amacımı keşfettiğim iş yaşantımda; bazen sadece bir tek söz, bazen bir eğitim ya da böyle bir makale bazen hayata karşı duruşumu, bazen beklentimi ve bazen de yönümü değiştirmeme neden oldu.
Kilometre taşlarımdaki bu etkili şahısların bazen etkisini sonradan dönüp baktığımda anladığım da oldu ya da o anda tüm benliğimde hissettiğim de. Farkındalığı ne kadar erken edinirseniz o kişiyle daha çok vakit geçirip, daha ne fikirler alabilirim diyerek yapışıp kalıyorsunuz. Gelişim için büyük fırsat.
Meslek seçimlerimizi lise çağlarında yapmak durumunda kalıyoruz. Daha kendisini tam olarak tanımayan genç seçim yapmak zorunda kalabiliyor, hele bizim dönemlerimizde okul gezerek karar vermek, mesleklerin tam olarak içeriğini bilmek pek mümkün değildi.
Şu an 10 yaşında kızımın etüt merkezine her hafta bir meslek profesyoneli gelip yaptığı mesleği anlatıyor. Meslek seçenekleri ne şimdiki kadar fazlaydı o dönemlerde, ne de şimdi olduğu gibi farklı meslekleri seçimlerimizden önce tanıtan bir organizasyon ya da mentörler vardı. Puan neyi tutarsa onu okuyan ya da okuduğu mesleği değil de fırsat verilen ya da imkân bulduğu herhangi bir işi icra eden ve belki de sadece para kazanmak amaçlı sevmeden saate bakarak işine gidip gelen birçok kişi var ülkemizde.
İş, hayatımızın çok büyük bir bölümünü kaplarken aşkla yapabildiğiniz bir işiniz olmadığında kendinizi ayaklarınızın geri geri gittiği bir işte yıllarca çalışmaya zorunlu bulabiliyorsunuz.
Şükür ki benim öyle olmadı. Hep avukat olmak istedim. Lise çağlarında çok kararlıydım. Fena değildi derslerim, deneme sınavlarına göre Ankara’da istediğim fakülteye girebiliyordum. Üniversite sınav sonucu aylar sonra gazetede çıkan numarayla açıklanıyordu. Sabah 6'da uyandım. Evde herkes uyuyor. Gittim gazete aldım. Defalarca baktım numaram yok. Nasıl okumak istiyorum. Ve ağlıyorum, uyuyanları uyandırmadan, sessizce.
10 dakika sonra telefon çaldı. Amerika’dan dayım arıyor. Ev telefonu tabii, cep telefonu yok. Dedi ki “Ne yaptın Emel, kazandın mı?” Zor soru, gel de cevapla. “Kazanamadım” diyemiyorum. Hep aynı şeyi tekrarlıyorum ağlarken: “Numaram çıkmadı.” “Dur” dedi, “üzülme, ben araştırdım. Ankara’da Bilkent diye bir üniversite açılmış, Turizm & Otelcilik Bölümü var, ilk sınav puanın çok yüksek, ön kayıtla 2 yıllık okuyabilirsin.” “Ama paralı”dedim, babam memur. “Ben ödeyeceğim” dedi. Çünkü otelcilik sektörü alıp gidecek Türkiye’de. Yıl 1989. Belek’te otel yok, şimdi 100’den fazlayken. “Sen dışa dönük, insan ilişkilerinde iyi ve güler yüzlüsün. Bu sektör sana çok uygun.”
Şimdi dönüp bakıyorum, işe alım kriterlerinde altını çiziyorum; dışa dönük (sosyal), insan ilişkilerinde iyi ve güler yüzlü (iletişim becerileri gelişmiş).
Dayım ilk mentörüm. İnsan Kaynaklarında ilk aşamamız adayın yetkinliğine ve karakterine uygun işe yerleşimimi gerçekleştirdi.
30. yılımdayım. Bir gün bile pişman olmadım. O kadar severek yaptım ki işimi. Şimdi dönüp bakıyorum avukat olsaydım da en sevdiğim kaynak insanla çalışacaktım, ama karakterime sorunları olan değil de tatil yapmak, dinlenmek isteyen kişilerle çalışmak daha uygunmuş meğer.
Başladım Bilkent’e, düz lise mezunuyum, İngilizcem yok denecek kadar az, hazırlık okuyacağım, ne dayım ne ben biliyorduk ki her dönem bir kur. Yani üç yılda bitireceğimi düşündüğüm okul, hazırlık iki yıl olduğu için dört yıl. Deli gibi çalıştım. Her dönem bir üst kurun sınavına girerek hazırlığı bir yılda bitirdim.
“Bravo” dedi. “O zaman pratik yapmaya hazırsın.” Bilkent İngilizceyi yazılı çizili çok iyi öğretiyor ama konuşma, pratik yapma şansım çok az, Türkçe düşünüp konuşamayanlardanım.
“Aldım biletini bu yaz New York’tasın.” 18’ime orada girdim. Ankara’da Çankaya’dan Kızılay’a yalnız dolmuşa binmişliğim yok.
İK’da kişisel gelişim ana başlığında yetkinlik artırıcı yöntem “encouragement - cesaretlendirme, güçlendirme” alt başlığında “özgüven” artırıcı bir deneyim yaşatma.
Dayımın 9 restoranı vardı. Vejetaryen fast food ürünleri sunuluyor. İlk çalışma günümde evden çıktık. Biraz yürüdük, metroya bindik (hayatımda ilk kez görüyorum), indik, tekrar biraz yürüdük ve dükkâna geldik. “Al sana metro jetonu” dedi. “Akşam iş bitimi gelirsin eve.” “Nasıl yani?” dedim, “Gelebilir miyim?” “Gelirsin, gelirsin“ dedi. Gittim gerçekten. Özgüven için ikinci çalışma.
Öyle bir dükkâna koydu ki beni bir tane Türkçe konuşan yok. El Salvadorlu, Pakistanlı, Hindistanlı ve Meksikalı çalışanlar var. İlk 15 gün ne ter döktüm anlatamam. Sonra bir açıldım pir açıldım. Bu çalışma IK’da yine kişisel gelişim altında “Yabancı Dil Yetkinliği”ni artıran iş üstünde eğitim, yani “on the job training”.
Bu işte sadece İngilizcemi artırmakla kalmadım tabi, müşteri iletişimi, şikâyet yönetimi, ekip çalışması, hijyen şartları, işe uygun kişisel bakım gibi bir çok yetkinliğimi artırma fırsatı buldum.
IK kanadında Eğitim Yönetimi uygulanmış oldu.
Dönüşümde daha özgüvenli, İngilizceyi akıcı konuşan, restoran yönetimi ve şartları konusunda bilgili bir birinci sınıf öğrencisiydim. Bir de saatine beş dolar para kazanmıştım. Bu minnetle dedim ki “Dayı bu dönem para gönderme, ben kazandığımla ödeyeceğim.”
Bütün IK süreçlerinin toplamında çalışana kazandırmaya çalıştığımız hangi duygu bu bendeki? “Aidiyet”, “yönetime katılım” ve “gönüllü fedakârlık”.
Kilit noktaysa hiç ihtiyacı olmadığı halde bana “yo gerek yok, sen harca onu” dememesi. Daha fazla sahiplenmemi sağlamak için harika bir fırsat.
Okul bitti. İlk mentörüm değerli görevini tamamladı. Biraz dinleneyim dedim, baktım babam beni memur yapmaya çalışıyor, hemen dedim ki abime hadi gidelim, Ankara’da iki uluslararası otel var o zaman. Hilton ve Sheraton.
Gittik, form doldurdum. Cumartesiydi. Pazartesi hemen aradılar Hilton’dan. Santral memurluğu. Gittim, önbüro müdürü Mr. Abercrombie, İngiliz. Hayatımın ilk iş görüşmesini İngilizce yapmıştım. O an içimden “binlerce kez çok teşekkür ederim dayıcım” dedim.
“Ne zaman başlarsın?” dedi. Bir çırpıda “As soon as possible” demişim.
Otelcilikte ilk okulum. Altı yıl çalıştım. Dördüncü yılın sonunda önbüronun tüm bölümlerini yalayıp yutmuştum. Resepsiyon, Rezervasyon, Night Auditor, yani gece hesap kontrolörü, vardiya sorumluluğu ama bir üste çıkamıyorum, çünkü kimsenin alternatifi yok, kımıldamıyor kimse, herkes yüzyıldır orada çalışıyor gibi. İyi çalışıyor, iyi kazanıyor ve gelişiyor ama Ankara’da kalmak durumundaysanız dediğim gibi sadece Sheraton alternatifiniz var, orada da durum aynı. Yükselmek istiyorum, başka sektörlere, elçiliklerin ilanlarına bakıyorum.
Derken o günlerde bir gün Bilgi İşlem Müdürü, Pelin Hanım bir ilan astı önbüro panosuna;
“Pozisyon yok, ekstra maaş yok, ekstra çalışma var, ekstra bilgi var.
Bilgi İşlem Back Up yani destek elemanı olarak “gönüllü” arıyorum.”
Hemen başvurdum. Muhasebeye sormuş “başvuranlardan kimin kasası eksiksiz, hatasız, tam geliyor?” “Emel” demişler.
Seçti beni. Bir ay akşam çalışıyorsam 2 saat erken, sabah çalışıyorsam 2 saat geç gittim. Bana önbüro işletim sistemi Fidelio’nun olası arızalarını, Word, Excel corruption dediğimiz sıkıntılarını çözmeyi, o zaman DOS üzerinden çalışılan bilgi işlem departmanı kapsamındaki arızaları, yazıcı arıza yaptığında nasıl çözüleceği ve hatta yazı yazarken virgülden sonra boşluk koymak gerektiğini o öğretti.
Bir ayın sonunda hazırdım ona destek olmaya. Resepsiyonda çalışırken Muhasebe “yazıcım çalışmıyor” diyordu, koşarak gidip çözüp işime geri dönüyordum. Yeni bir alanda bir şeyler öğrenmek beni heyecanlandırmıştı.
Ve kısa bir süre sonra Pelin Hanım’ın hamile olduğu haberi geldi. Doğum iznine çıktığında ekstra bilgi işlem işlerim artmıştı.
Yıl sonuydu, Aralık ayı. “Genel Müdür Yardımcısı seni çağırıyor” dediler. Üniformalı çalışan bir resepsiyonistim. Beşinci yılın sonunda Hilton’da askeri düzen, günaydın, iyi akşamlardan başka hiç konuşmadığım, ofisinin içini hiç görmediğim Can Bey’in ofisine gittim.
“Emel, bütçeler yıllık kullanılmak zorunda, Pelin yok, bir sistem yüklenecek ve uygulamaya geçilecek, Belçika’dan bir yetkili gelecek, sen ona malzeme, tercüme, ekiple iletişim desteği vereceksin. 15 günlük bir proje. Sivil iş kıyafetler giyeceksin bu sürede, o nerede yerse onunla yiyecek, hep ona eşlik edeceksin.” Müthiş heyecanlı. Yaş 25 bu arada.
Çıktım hemen alışverişe, hiç işe uygun kıyafetim yok. Şimdiki gibi yaygın konfeksiyon üretimi ve dolayısıyla seçenek de yok. Kumaş alıp diktirdim terziye çoğunu. 15 gün boyunca sabah 8 gece 12 çalıştık Belçikalı uzmanla. Onunla birlikte misafir gibi restoranda yemek yiyorum, iş arkadaşlarım servis yaparken şaşırıyor.
Yüklediğimiz sistem TMS, Telephone Management System. Cep telefonu yok ya o dönem. Misafirin odasında voice mail yani telesekreter sistemi, minibar harcamaları için telefonla minibarcının kodlayarak harcamayı misafirin hesabına işlediği bir sistem ve oda arızalarının da telefon üzerinden kodlanarak teknik servisin yazıcısından çıkan iş emri sistemi.
Tabii bu kodlamalar sonunda bir sesin kodlanan ürün, oda ya da seçeneği tekrarlaması ve telesekreterin de arayanla konuşması gibi bir ses kaydı gerekiyor, o da benim sesim, ben ayrıldıktan sonra da yıllarca sesim kaldı Ankara Hilton’da. Başarıyla tamamlanan bir proje.
Genel müdür yardımcısı teşekkür etti. Bana Antalya’da 2 kişilik tatil hediye etti. Talya ve Falez otellerinde kaldım. O zamanın en gözde şehir otelleri. Dönüşteyse külkedisi misali, rezervasyondaki standart rolüme geri döndüm.
Bir iki ay sonra tekrar çağırdı beni, dedi ki “Türkiye bilgi işlem koordinatörünün dikkatini çektin. Seni Frankfurt’a 15 günlük Fidelio (önbüro işletim sistemi) eğitimine gönderiyoruz.” “Bak” deyip harita açtı (Google map yok) “oradan hafta sonu Paris Hilton’a gidersin.” Havalara uçuyorum. Planlar yapılıyor, yaklaşık 4 ay sonra gerçekleşecek sadece Bilgi İşlem Müdürleri ve Müdür Yardımcılarının gittiği eğitime kaydım yapılıyor. Düşünsenize…
Bir ay sonra beni tekrar çağırıyor. İçimden eğitimle ilgili bir değişiklik var herhalde diye düşünürken, “Emel, sana bir teklifim var.” Koyuyor önüme bir sözleşme, sözleşmede kazandığım paranın neredeyse iki katı bir maaş. “Ayrılıyorum, benimle Amadeus’a gelir misin?” diyor.
Amadeus halen Global Rezervasyon Dağıtım sistemi olarak var olan çok iyi, uluslararası bir şirket. Otel, araba ve en önemlisi uçak rezervasyonu için bir intranet.
“Ama Frankfurt” diyorum, “Ben seni Nice’e göndereceğim” diyor. Ve hayatımın işine sahip oluyorum.
İkinci mentörümü farkettiniz mi hikâyemde “Pelin”. Bana onun öğretisi o birçok bilginin yanı sıra: “Gönülllük”
Maddi ya da mevki beklentiniz olmadan “Gönüllülük” esaslı yaptığınız her iş, bir şekilde yol su elektrik olarak size geri dönüyor.
Üçüncü mentörüm ise “Can Bey”. İnsan Kaynakları süreçlerinde neyi gerçekleştiriyor;
“Potansiyeli Fark Etme” “Kariyer Planı”
Hangi yetkinliğimi artırıyor?;
“Proje Yönetimi” “Sonuç Odaklılık”
Can Bey’in bir diğer uygulamasıysa beni Antalya’ya tatile göndererek, IK sürecinde Motivasyon Faaliyetlerinin altında “Takdir ve Teşvik” sistemini işletmek.
Aynı zamanda Moslow’un motivasyon piramidinin en üst noktası “Kendini Gerçekleştirme” fırsatı.
Etrafımızda sizi tanıyan, en orijinal halinizi bilen kişilere kulak vermeli. Sözüm gençlere ama öte yandan hiç bir şey için geç değil diyenlere.
Psikologlar sorarlar; “Başarılı bir çocuk mu istersiniz mutlu mu?”
Mutlu çocuk doğru cevaptır tabii. Çünkü mutluluk doğal olarak başarıyı getirir.
Hangi mesleği yaparsanız yapın mutlu ve aşkla yaptığınızda fark yaratabiliyorsunuz.
Önce mutlu, sonra doğal olarak başarılı koca bir hayat diliyorum hepinize.
Comments